1 Şubat 2011 Salı

BOZA

Bozanın Tanımı

Boza; darı irmiği su ve şekerden üretilir.
Bünyesinde A ve B vitaminlerinin dört türü ile C ve E vitaminleri bulunur. Boza, mayalanması sırasında laktik asit üretir. Ender gıda maddelerinde bulunan bu asit çok değerli olup, hazmı kolaylaştırıcı etkisi vardır. Süt yapıcı özelliği nedeniyle hamile bayanlara ve vitamin kaynağı olarak sporculara tavsiye edilir. Kolera hastalığının tedavisinde son derece etkilidir.
Boza; mayalı ve gıda bakterilerinin yaşadığı bir içecek olduğundan koruma şartları çok önemlidir.Bu nedenle hava alabilen, sağlıklı cam şişede satışa sunulmaktadır. Şişelenmesi sırasında fermantasyonu devam eden bozanın çok hızlı tüketilmesi gerekir.
2lt., 1 lt ve 0,5 lt. olarak Vefa Bozası seçkin iş yerlerinde özel mermer küpler içinde ve özel ambalajlar ile satışa sunulmaktadır.


BOZA
Sonbahardan kışa geçişin en önemli işaretidir boza. Sokaklardan el ayak çekilince akşam saatlerinde şu sesi duyarsınız; “Booozaaa...Vefa Bozası...”
İçeri adım attığınız an iki şey dikkatinizi çeker:Kısa boylu mermer küpler ve genzinize yerleşen o keskin,nemli,ekşimtrak koku.Aslında bilenler bilir: Bütün mayalı içkilerin yapıldığı ya da bekletildiği yere sinmiş olan kokudur o; damakta belli belirsiz kendini gösterse de içerken anlaşılmaz.Mermer küpler ise,Vefa Bozacısı’nın tescil edilmemiş alamet-i farikası.Soğuk bir kış gecesi sürprizi...
İçinde binbir çeşit vitamin ve güç verici nesnenin bulunduğu, günümüzün sofistike içeceklerine rağmen sıradan, yapımı son derece basit boza, İstanbul’un en eski semtlerinden biriyle özdeşleşip, 130 yıldır Vefa Bozası adıyla şöhretini sürdürüyor.
Bir görüşe göre boza, bilinen en eski içki olan biranın ilk hali. Bir Anadolu içkisi olan üzüm şarabından daha eski bir geçmişe sahip. En eski yazılı kaynaklara sahip Mezopotamya (Sümer) ve Mısır uygarlıklarında üretilen birayla boza, hemen hemen aynıdır. Bira hammaddesi olarak kullanılan malt ekmeği, suyla ezilip bulamaç haline getirilir. Karışım mayalanmaya bırakılır. Böylece alkolle birlikte süt asiti de ortaya çıktığından, sözü edilen bira bozaya benzer. Türkiye’de genellikle darıdan yapılan boza, başka ülkelerde yapıldığı yerin başlıca ürününe göre mısır, arpa, çavdar, yulaf, buğday, kara buğday, arnavutdarısı, gernik gibi tahılların unu, bazen da pirinç ve ekmek, nadir olarak da kenevir unu ve karamuk mayalandırılarak yapılır. Kepeği alınmış darı unu kazanda kavrulup, yumruk veya tokmakla dövülerek suyla hamur haline getirilir. Belli bir kıvama ulaşan bu karışım elekten geçirilir. Eski boza veya hamur mayası ile mayalandırılarak serin yerde 3-7 gün dinlendirilir. Şeker veya pekmezle tatlandırılarak içilir. Ülkesine göre alkol oranı % 2-6 arasında değişir.
Boza, Mısır ve Kuzey Afrika sahilleriyle Akdenizli tüccar gemiciler aracılığıyla batıya, Hazar Denizi güneyinden doğuya, Asya içlerine ve Çin’e; İran ve Afganistan’a, Kafkaslar’dan kuzeye, Volga havzasına doğru geniş bir coğrafyaya yayılır. Balkan ülkelerinin hemen hepsinin “milli içki” olarak sahiplendiği bozanın Balkanlar’a gelişi ise, iki farklı öyküye dayandırılır. İlkinde, Orta Asya’dan kalkıp XI. Yüzyılda Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlar’a kadar geniş bir bölgeyi ele geçiren Kıpçak Türklerinin, bozayı da kültürlerinin bir parçası olarak bölgeye taşıdığı savunulur. İkincisinde ise, horasanlı savaşçı dervişlerden Sarı Saltık yer alır.Horasan’dan gelip Anadolu’da Hacı Bektaş’a bağlanan Sarı Saltık, Rumeli’ye yerleşen ilk Müslüman Türk toplulukları da yönetmek üzere, 1263 yılında Babadağı’na, bugünkü Dobruca’ya gelir. Horasan’da öğrendiği bozacılığın bölgede yayılmasına da önayak olan Sarı Saltık, bozacı esnafının piri sayılır.
En şiddetli yasakların yaşandığı IV. Murad ve IV. Mehmed dönemlerinde İstanbul’da 300 dükkanda 1005 bozacı çalışırdı. “Sarhoşluk vermeyecek kadarı”nı içmek helal sayıldığından, meyhaneler, yüksek alkollü tatarbozası satan bozahanelere dönüşür ve bir laf türer: “Meyhaneciye sormuşlar şahidin kim diye, bozacı demiş.” İçki yasağı III. Selim döneminde de sürer.Bu dönemde bozahaneler artık iyice ayak takımının işgali altındadır. Okuryazar takımı, hanımlar, beyler ve aileler bozahanelerden elini eteğini çeker. “93 Harbi” olarak da anılan Osmanlı-Rus Savaşı (1876) nedeniyle Rumeli’den İstanbul’a yapılan yoğun göç, bozacılık tarihinde bir dönüm noktası olur. Savaştan hemen önce, Karadağ sınırındaki Prizzen kasabasından İstanbul’a gelen Arnavut genci Sadık, bir süre mahalle aralarında seyyar bozacılık yaptıktan sonra, kentin eğlence merkezi olan Direklerarası ve Şehzadebaşı’na yakın, Vefa semtinde bir küçük bozacı açar. Sadık Efendi, iki yenilik getirir bozacılığa: Birincisi, o dönemin en meşhur bozacısı, Taksim’deki Tevfik Efendi’den aldığı bozayı bir süre bekletip üzerinde biriken suyu döktükten sonra satar. Benzerlerinden daha saf, kıvamlı ve nefis hale gelen bu tadın şöhreti kısa sürede yayılır. İkincisi ve en önemlisi, o zamana kadar boza, ilkel yöntemlerle üretilip saklanırdı. Bunun için kullanılan ahşap fıçılar, bozayıda etkileyen kötü kokular yayardı. Prizrenli Sadık, bozayı kendisi yapmaya başladıktan sonra fıçı yerine mermer küpler kullanmaya başlar. Genç bozacı ayrıca dükkanını çeşit çeşit kepçeler, güzel bardaklar, şık tarçın ve leblebi kaplarıyla donatır, tadını iyice geliştirdiği bozanın orada içilmesini bir zevk haline getirir. Bir hatırlı müşterinin saraydan öğrendiği meşrubat tarifleri, genç bozacının talihinde yeni bir sayfa açar. Böylece dükkanda, yılın belli aylarında satılan bozanın yanı sıra limonata, şıra, bazı şerbet türleri, dondurma ve salep de satılır. Prizrenli Sadık’ın şöhreti kısa zamanda İstanbul’un dört bir yanına, ağızdan ağıza yayılır. Dükkan, Vefa dışından da gelen seçkinlerin uğrak yeri olur. Prizren’deki kardeşi İbrahim’i de İstanbul’a getirterek müşteri yükünün altından kalkmaya çalışır. Zamanla hacca da giden iki kardeş, Hacı Sadık ve İbrahim Biraderler olarak anılmaya başlar. Cumhuriyet döneminde Soyadı Kanunu’yla “Vefa” soyadını alan aile, sonraki kuşakların mesleği teknolojik yeniliklerle sürdürmesiyle markalaşır. Belki de bu nedenle, “İstanbullunun meyveden evvel, kahveden sonra ikram ettiği harup, koruk, demirhindi, ahududu, gül, gelincik, vişne” şerbetleri tarihe karışırken boza yaşar.
Eskinin İstanbul’unu elinde güğüm, belinde bardaklık, akşamları sokak sokak arşınlayan Arnavut bozacılar, plastik bidon içinde boza satan Anadolu delikanlılarıyla yer değiştirir. Bilinmez, satıcı belki de kendi yaptığı bozayı satar ama sesi hep aynı yanık tonda çıkar; “Booozaaa...Vefa Bozası!...”





Evde Boza Yapımı
Malzemeler
3 bardak bulgur
2 kahve fincanı pirinç
3 bardak tozşeker
1 bardak eski boza ya da kibrit kutusu büyüklüğünde maya geniş bir kap

Yapılışı
Bulgur akşamdan bol su ile ıslatılır. Ertesi gün bulgur ve pirinç iyice ezilinceye kadar pişirilir. Mikserle çırpılır ve ince süzgeçten geçirilir. Bu karışım hafif ateşe konulur. İçine şeker katılır ve eriyinceye kadar karıştırılır. Sonra ateşten alınır. Bir yerde ılınmaya bırakılır. Arada bir karıştırılır. Ilındıktan sonra içine eski boza ya da ılık suyla ezilmiş maya katılır. İyice karıştırılır. Bu karışımın ağzı kapatılarak, 20-25 derecelik bir yerde, ara sıra karıştırılarak 2-3 gün bekletilir. İçinde göz göz hale gelmiş kabarcıklar görülürse olmuş demektir. Serin bir yere alınır. Soğuk servis yapılır. İsteğe bağlı olarak üzerine sarı leblebi ve tarçın ilave edilir.
Afiyet olsun






  Bozanın Tarihçesi



1870 yılında Arnavutluk'tan İstanbul'a gelip yerleşen dedemiz Hacı Sadık Bey, o yıllarda bozanın sulu kıvamlı ve ekşi lezzetli biçimde 200 kadar Ermeni vatandaş tarafından yapılıp satıldığını görmüştür. Zamanın saraylı ve aristokrat ailelerinin ve bürokratlarının oturduğu Vefa'ya yerleşen Hacı Sadık Bey, bu günkü haliyle sevilen koyu kıvamlı ve hafif ekşi lezzetli Vefa Bozası'nı imal etmiş ve 1876 yılı Eylül ayında Vefa Bozacısı adı ile bozacılığı hem bir meslek hem de bir marka haline getirmiştir.
Hacı Sadık Bey, saray ve çevresinde de rağbet gören bu özel Türk içeceğini oluşturduğu yeni kıvam ve lezzeti koruyabilmek için yıllarca bizzat kendisi imal etmiştir. Daha sonra oğlu İsmail Hakkı Vefa'yı yanına alarak Vefa Bozasının yapımına uyumunu sağladı. Bir yandan Edebiyat Fakültesinde okuyan İsmail Hakkı Vefa, bir yandan da Haliç Tersanesinde makine işleri yapan bir akrabasıyla işbirliği yaparak bozanın makina ile üretimini başarmış ve diğer iş kolu olan üzüm sirkesinin üretimini de arttırmıştır.
Halen, Tarihi Vefa Bozacısı dükkanında Ekim ayından Nisan ayına kadar Boza, Nisan ayından Ekim ayına kadar da kuru üzüm şırası, dondurma ve limonata satışı yapımaya devam etmektedir.
Vefa Bozacısı, bütün aile fertlerinin özveri ile çalışması sonucu bugünlere getirilen ata içeceği Boza geleneğini devam ettirirken, diğer iş kolu olan sirke üretimine, Balzamik Sirke, Nar Ekşisi ve Limon Sosu ürünlerini de ekleyerek faaliyetlerine devam etmektedir.
Dördüncü nesil olarak, sirke üretiminde büyük atılım yapan Vefa Bozacısı A.Ş. Çorlu'da dünyanın en ileri teknolijilerini kullanarak modern bir tesis kurmuştur.
Vefa Bozacısı, çağdaş teknoloji ile müşterilerine en iyi, kaliteli ve yüzyıllık güvene dayalı hizmet vermenin gururunu taşıyan bir firma olarak en kısa zamanda bozayı dünya piyasalarına sunmak üzere çalışmalarını devam ettirmektedir.
130 yıllık başarılarla dolu geçmişinin onurunu taşıyan Vefa Bozacısı ikibinli yıllarda da atılımlarını sürdürmekte ve halkımızın damak zevkini karşılamaya devam etmektedir. 





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
back to top