22 Ocak 2011 Cumartesi

KEFİR

Kefir’in Kaynağı ve Tarihçesi


Kefirin gücünün bilinmesi ve isimlendirilmesi 18.yy başlarına kadar uzanır.Kefir tanelerinin Allah’ın Kuzey Kafkasyalı müslümanlara bir hediyesi olduğuna inanılır.Kefir tanelerini her jenerasyon bir sonrakine aktararak devam ettirmiştir.Kefir taneleri bir sülalenin elinde nasıl üretildiği gizlenerek uzun zaman üretilmiştir.
1900 lerin başlarında Tüm Rus sağlıkçıkları derneği Blandov kardeşlerle irtibata geçti, bu kardeşler Kuzey Kafkasya da peynir fabrikası işletiyorlardı. Kardeşlere kefir tanelerini ele geçirmek için yardım edip etmeyeceklerini sordular. Kardeşler bu iş için Irina Sakharova adından yanlarında çalışan güzel bir işçi kızı kullanmaya karar verdiler.Irina Kafkas prensi Bek-Mirza Barchorov’u kefir tanelerinden biraz almak için ikna edecekti. Irina gerçekten prensi güzelliğiyle etkiledi ama prens bu kıymetli probiotik-elması vermeyi inançlarından dolayı reddetti.
Buna rağmen prens irina’dan vazgeçmek istemedi.İrina tam geri dönecekken prensin adamları tarafından kaçırılarak geri getirildi.Geleneklere göre kaçırdığı için evlenmek zorunda olan prens tam bunu gerçekleştirecekken Blandov kardeşler irinayı prensin elinden kaçırdı.Durumu rus çarının mahkemesine götüren irinaya prens altın ve elmaslar teklif etti .İrina ise bunların yerine kefir istedi.Bu sayede elmastan daha değerli kefiri elde eden irina 1908 yılında Moskova’ya ilk kefiri getirmiş oldu.Kefir ilaç olarak tüberküloz hastalarını tedavi etmekte kullanıldı..
İrina 1973 yılında 85 yaşında iken SSCB Besin endüstrisi bakanına bir mektup yazarak kefir’in rus halkına ulaştırılmasındaki oynadığı baş rolü anlatmıştır..

KEFİR NEDİR ?


Kefir fermente bir süt içeceğidir. Koyu ayrana veya sulu yoğurda benzeyen hafif ekşimsi aroması, ferahlatıcı tadıyla nefis bir süt ürünü. Mucizevi sırları ise içerdiği maya ve bakterilerde gizli. Bunlarda fermantasyon sırasında oluşuyor.
Dost bakteriler olarak adlandırılan, bağırsak sisteminde tutunma özelliği olan probiotik bakteriler içeriyor. Bir kaşık kefirde
70-100 milyon arası probiotik bakteri bulunmaktadır.
Kefirde doğal olarak bulunan işbirlikçi bakteriler bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Bu özelliği ile simbiotik bir etkileşim alanı oluşturuyor.
Düzenli kullanım halinde simbiotik güç evrimsel çevrime yol açıyor.
İçerdiği diğer vitamin, mineral ve proteinler kolay ve tamamen sindirildiği için enfeksiyonlara karşı koruyucu, doğal antibiyotik görevini yerine getiriyor.
Kefir; doğal sağlık iksiridir.
Kefirin yoğurttan artı olarak özelliği; sindirim sistemini temiz tutarak konakçı olan diğer faydalı organizmalar için besin sağlamasının yanı sıra sindirim sistemini kolonize etmesidir.
Kefirde, yoğurtta bulunmayan faydalı bakterilerden Lactobacillus cancasus,Leuconostoc Acetobacter türleri ve Streptococcus türleri bulunmaktadır.
Kefirin yapısı ; vücut için yıkıcı patojen özellikte olan mayaların gelişimini kontrol altına alan ve emiline eden Saccharomyces kefir ile Torula kefir gibi mayalarıda içermektedir. Kefir; sindirim sisteminde zararlı bakteri ve mayaların bulunduğu ortamda mukoz asta yapı oluşturarak ortamı temizler ve bağırsakların direncini arttırır. Bu nedenle Escherichia coli gibi patojenlere ve diğer bağırsak parazitlerine karşı daha dirençli bir yapı oluşturur.
Kefir; sindirim sisteminde tam beslenme sağlamaktadır.
Kefirde bulunan bakteri ve mayalar, tam olarak parçalanmamış besinlerin sindirimine etkin bir şekilde yardımcı olarak besin kaybını önlemektedir. Kefirin ; yoğurda nazaran daha ince tanecikli yapıda olması nedeniyle gerek bebekler gerek yaşlılar gerekse sindirim bozuklukları olanlar için kullanımı kolaylaşmaktadır. Mide ve bağırsaklarda şişkinlik yapmamaktadır.
Kefirdeki laktoz oranı fermente işleminden sonra süte nazaran çok azalmaktadır. Laktoza duyarlı kişiler rahatlıkla içebilirler.
Ayrıca kefirde bulunan CO2 ‘de sindirimi kolaylaştırıcı etki yapmaktadır.
Başta B12 olmak üzere B grubu vitaminleri sentezlemiş olarak barındıran kefirdeki L(+) süt asidi kolayca sindirilmektedir.
Bileşiminde Eksogen yağ asitleri ve aminoasitleri ‘de bulunmaktadır.
Kefir; her derde deva şifa kaynağıdır.
Kefirde bol miktarda bulunan ve Esansiyel aminoasitlerden birisi olan Triptofan , mineral maddelerden Kalsiyum ve Magnezyum sinir sistemi üzerinde rahatlatıcı etki yapmaktadır.Mineraller ayrıca kemik ve kas yapısını güçlendirmektedir. Kefirdeki vitaminler kan dolaşımını düzenleyip, kan bozukluklarını giderir. Kandaki antikorları kuvvetlendirip attırırlar.
Kefir; Hepatit A ve B hastalıklarının tedavisinde yardımcı rol oynamaktadır.
Kefir; doğal enerji kaynağıdır.
Diğer ikinci önemli mineral madde olan Fosfor; hücre gelişimi ve enerji ihtiyacı için karbon hidratların ,yağların ve proteinlerin vücuda yararlı olması için büyük kolaylıklar sağlamaktadır.
Tansiyon üzerine renin-anjiotensin etkisi yaparak düzenleme görevi görür. Kefirdeki fosfor hücrelerin büyüme,bakım ve onarım işlemleri için protein sentezine katılır.
Kefir ; doğal antibiyotiktir.
Kefirde oluşan Asetik asit , H2O2 gibi antibakteriyel maddeler ve doğal antibiotikler ; E.coli ( Tüberküloz – Verem ), Salmonella
( Malta Humması ) gibi patojen bakterilere karşı koruyucu kalkan etkisi yapmaktadır.
Bileşimindeki bulunan mucize mineral; Selenyum, hücreler üzerinde antioksidatif etki göstermektedir. Kansere karşı çok önemli faktör olarak değerlendirilen selenyum etkisi, kalp hastalıklarını önlemekte, yaşlanmayı yavaşlatmakta, cinsel gücün devamlılığında popüler bir antioksidan olarak günümüzde öne çıkmıştır.
Kefir; doğal gençlik iksiridir.
Yaşamımız boyunca mükemmel olarak işleyen vücudumuz, yaşımız ilerledikçe dışarıdan gelen saldırılara karşı koruyucu kalkanlarını yitirmektedir. Toksik maddeler, cildi tahrip eden serbest radikaller, ağır metaller, hava kirliliğinden oluşan karbon monoksit gibi zararlı gazlar vücudumuzu bir nevi paslandırmaktadır. Kanser tümörü oluşumu aşamasında oksidasyon sonucu oluşan hücre dışı yapılar hücre bozulmalarına yol açmaktadır.
Doğru beslenme ile alacağımız vitamin ve mineraller paslanmayı giderir ve güçlü bir temizlik işlemi yapar. Dolayısıyla yaşlanmayı yavaşlatır ve birçok hastalığın oluşumunu engeller. Kefirdeki Anti oksidan vitamin ve mineraller hücre yenilenmesini sağlar.
Kefir; biyolojik olarak insan metabolizmasının sürekli yenilenmesini sağlar.
Kefir sağlıklı ve doğal beslenmeyi sistemize ettiğinden çeşitli hormonların seviyelerini dengeler ve normalleştirir. Başta üreme hormonları olmak üzere kortizol, ensülin ve beyinde önemli işlevi olan serotonin (mutluluk) hormonu ile adrenalin hormonu üzerinde olumlu etkiler yapar.
Kefir mide ve pankreas gibi bazı organların salgılarını arttırarak başta ülser olmak üzere sindirim rahatsızlıklarına karşı iyileştirici rol oynar.



KEFİRİN TARİHİ




Kefir Orta Asya’da göçebe olarak yaşamlarını sürdüren Türkler tarafından 5000 yıl önce bulunmuştur. Hayvanları ilk evcilleştirdikleri zaman onların sütlerinden yararlanan Türkler yaşamlarının her alanında mayaladıkları süt ürünlerini her yere taşımışlardır. Sürekli yanlarında bulunan atlardan, keçi ve koyunlardan yararlanmışlar; at sütünden kımız, keçi veya koyun sütünden kefir üretmişlerdir.

Daha çok yerleşik topluluklar tarafından üretilen peynirden, yoğurttan önce kefir üretilmiş ve insanların temel besin maddesi olmuştur.Sürekli göç eden topluluklar Orta Asya’dan gelerek Avrupa’ya yaptıkları akınlarda beslenmeleri ile Avrupalıların dikkatini çekmişlerdir.

Bu yüzden Avrupalılar Türklere ‘’Laktafagüs’’ (süt obur) adını vermişlerdir.
Beyinsel ve fiziksel gücü yüksek, protein beslenmesi fazla, çok güçlü ve sağlıklı vücut yapıları ile araştırmacıların ilgi odağında olmuşlardır.
Avrupa’nın salgın hastalıklardan kitlesel ölümleri yaşadığı zaman diliminde, büyük Hun imparatoru Atilla’nın orduları Roma’ya saldırdığı tarihlerde Türklerin hastalıklara karşı dirençli olmaları Avrupalılar için hep soru işareti olmuştur. Türklerin beslenmelerinde dikkat çeken kefir; Avrupalı tarihçiler tarafından o tarihlerdeki kayıtlara sihirli, mucizevi içecek olarak geçmiştir. Macaristan, Polonya ve İskandinav ülkelerinde bugün yerel olarak çok yaygın olan kefir Orta Asya’dan gelen Türkler tarafından getirilmiştir.
Ünlü gezgin Marko Polo seyahatlerinde kefirden söz etmekte , ancak bir türlü elde edemediğinden Avrupa’ya getiremediğini belirtmektedir.Tibet’te budist rahiplerin elde ettikleri kefiri sürekli mayalayarak tapınaklarında gelen ziyaretçilere şifa olarak dağıttıkları , hastaları kefirle iyileştirdikleri bilinmektedir.Kefir bütün dünyada dilden dile dolaşarak bir efsane haline gelmiştir.
Rusların uzun yıllar kefiri elde etmek için Türk toplulukları ile mücadele ettikleri ve bir türlü kefiri alamadıkları yine efsaneler arasındadır.5000 yıllık tarihsel gelenek Kafkasya’daki Elbruz dağlarındaki Türklerin geleneklerini sürdürmeleri sonucu günümüze ulaşabilmiştir.
Kefirin üretilmesinde kullanılan orijinal kefir daneleri babadan oğula geçen bir miras gibi değer taşımış, bir mücevher gibi diğer topluluklardan korunmuştur. Sürekli göç edenlerin kendi çadırlarının yanında özel topluluğa ait kefir çadırları kurdukları bilinmektedir.
Hastalıklara şifa olması nedeniyle kefir ‘’ Peygamber danesi, peygamber darısı‘’ gibi isimler almıştır. Kefir isminin Kafkas dillerinde ‘’en iyi yapıldı’’,Orta Asya Türkçesinde ve Arapça’da keyif veren, çoşturan anlamında ‘’keyf’’ veya köpük anlamında ‘’kef’’sözcüklerinden türediği öne sürülmektedir.
Uzun yıllar saklanan kefir; dilden dile dolaşan hikayeleri ile Kafkasyalıların Gençlik İksiri olarak anılmıştır. Uzun yaşam öyküleri olan , sık sık anlatılan bir asrı devirmiş 120- 140 yaşındaki Kafkaslılar ile yapılan söyleşilerde su yerine kefir içtiklerini belirtmişlerdir. Kafkasya’da hiçbir kanser vakasına rastlanmaması, hastalıkların çok az olması kefiri bin bir derde deva şifa kaynağı ve sağlık mucizesi olarak benimsenmesini sağlamıştır.





KEFİRİN İÇERİĞİ
 
Kefirde bol miktarda A , D , E , B1 , B12 ,K , PP vitaminleri ile Kalsiyum , Magnezyum , Fosfor , Flor ve Selenyum mineralleri dengeli ve sentez olarak bulunmaktadır.
Bu; kusursuz optimum denge ve en mükemmel sinerjik sentez sadece kefirde bulunmaktadır.
A vitamini: Solunum ve sindirim organları ile böbrek,deri ve göz üzerinde güçlü destek sağlar. Yapı taşındaki beta karoten bağışıklık sistemini geliştiriyor. Görme, büyüme ve vücudun enfeksiyonlara karşı koruma rolü oldukça fazladır. Kemiklerin sağlıklı gelişimi ve bağışıklık sisteminin düzenli işleyişinde önemli katkıları vardır. A vitamini eksikliği körlüğe neden olur. Ayrıca kuru ve sert deri, diş çürümeleri, mide ve bağırsak mukozalarında zayıflama, ülser ve ishal,saç dökülmesi, kaşıntı, mide bulantısına ve erkeklerde iktidarsızlığa yol açar. Bağışıklık sisteminin en büyük destekçisi timus bezesini korur ve normal çalışmasını sağlar. Aşırı stres timus bezesinin çalışmasını durdurur.
D vitamini: İnce bağırsaklarda kalsiyum ve fosforun emilimini düzenleyerek kemik büyümesi, sertleşmesi ve tamirinde etkili olur. Raşitizm hastalığını önler.Böbrek hastalıklarında düşük kan kalsiyumu seviyesini düzenler. Yetersiz gıda alıpta fazla kalori yakanlar, menapoz döneminde olan,emziren ve hamile olan kadınlar, aşırı alkol alanlar, ağır yaraları ve yanığı olanlar D vitaminine daha fazla ihtiyaç duyarlar. Artrit, sivilce, alkolizm, kistik fibrozis uçuk ve herpes zoster tedavisi ile kolon kanserinin önlenmesinde etkileri olduğu ileri sürülmektedir.
E vitamini: Radikal bir asittir. Bazı proteinlerdeki kimyasal maddeler ile oksijenin birleşiminden oluşur. Döllenme, kısırlığın önlenmesi ve cinsel fonksiyonların düzenli bir biçimde yürümesinde çok önemli rolü olan bir vitamindir. Çok güçlü bir antioksidandır. Toksik maddelerin olumsuz etkilerini azaltarak dirlik ve kudret sağlayan E vitamini gençlik duygusunu güçlendirir.E vitamininin üst solunum yolu enfeksiyonlarını ve gribi önleyebileceği yeni deneylerle ispatlanmıştır. Dirençli bir vitamin olarak tanınmaktadır. Karaciğerde, yağ dokularında, kalp, adale dokusu, testis, rahim, böbrek üstü bezi, beyin ve kanda depo edilir.
Kalbe yararlı olan HDL kolesterol oranını yükseltip, zararlı olan LDL kolesterolünü azaltır. Kaslar ve cilt sağlığı için çok önemli bir vitamindir.
B vitaminleri: Molekül yapılarında azot atomu vardır. Şekerin özümlenmesini ve dokuların yenilenmesini sağlar. Cilt parlaklığı ve deri gerginliği sağlar. Hücre yenilenmesine olumlu etki yapar. B vitaminleri vücutta depolanmaz, günlük besinlerle her gün alınması gereklidir. Kansere karşı koruyucu meleklerdir. B vitamin eksikliği epitel dokuyu tahrip eder,tümör oluşumunu hızlandırır. B12 vitamin eksikliği meme kanserine yol açmaktadır. B12 vitamini çocuklarda görülen astımların tedavisinde yardımcı rol oynamaktadır. Asetil kolin üretimini artırdığı için B 12 vitamininin Alzheimer hastalığında koruyucu olabileceği düşünülmektedir. HIV Pozitif (AIDS) hastalarının ve pernisiyöz anemi hastalarının tedavilerinde B12 vitamini verilmektedir. Sebzelerde B 12 vitamini bulunmaz.
Alkol B vitaminlerini öldürmektedir. Adeta yiyip bitirmektedir. Alkol tüketiminden sonra kaybedilen B vitaminleri alabilmek için mutlaka bol B vitaminli besinler(Süt ürünleri,özellikle kefir) ile beslenmek gerekir.
K vitamini: Asıl adı Naktakinon’dur. Menakinon organik bileşiktir. İnsan vücudu için olmazsa olmaz bir vitamindir. K vitamini kanın pıhtılaşmasında görev yapar. Eksikliği insanı ölüme götürür.
K vitamini insan vücudunun ihtiyaç duyduğu şekilde doğada bulunmaz.
İnsan vücudu bu vitamini kendi kullanabileceği, yani bir anlamda ‘’rafine’’ etmesi gerekir. Ancak bu rafine işlemini insan vücudu yapamaz. Sindirim sistemindeki bazı özel bakteriler K vitamini üretmek için bir dizi işlem yapar ve insanın kullanabileceği hale getirir. Kalın bağırsaktaki dost bakteriler(probiotikler) ‘‘ tam olmaları gerektiği yerde ve zamanında’’ rafine işlemi yaparak K vitamininin kana karışmasını başarıyla yerine getirirler.
Bir tek Probiotik bakterilerde bu yetenek vardır.
Cinsel gücü arttırmak için uygulanan tedavilerde K vitamini verildiğinde olumlu sonuçlar elde edilmiştir. Romatizmal hastalıklarda K vitamini desteği verilmektedir. Anne sütü K vitamini açısından fakirdir.Oysa kefir K vitamini açısından tam bir enerji kaynağıdır.
PP vitamini: Günümüzde B 3 vitaminide denilmektedir. Vitaminler içinde en dayanıklısıdır. İnsan vücudu bunu triptofan isimli asitten üretebilir. Ayrıca karaciğerde az miktarda depolanabilir. Hücrelerin solunumunda hayati rol oynar. Glikoz’dan enerji üretilmesinde anahtar görevi vardır. Yağ asitlerinin sentezinde etkilidir. Mide salgısını düzene sokar. Kandaki alyuvarları ve akyuvarları besler. Sinir sisteminin dostudur. Beynin sağlıklı çalışması için temel maddedir. Östrojen, progesteron, testesteron gibi cinsiyet hormonları ile trioid, kortizon,
İnsulin homonlarının üretimine katılır. Kan kolesterol ( Nikotinik asid formu) seviyesini ayarlar. PP vitamin eksikliğinde kolay yorulma, kolay sinirlenme, hazımsızlık, kusma, bulantı ile deride ışığa karşı hassasiyet,dilde yanma ve kızarma, ağız kokusu, unutkanlık baş gösterir.
Ekskliği uzun sürerse Pellegra 4D hastalığına yol açar.
KALSİYUM: Kemik,diş ve tırnak gelişiminde önemli rol oynar.Kasların güçlenmesini arttırır. Büyüme dönemindeki çocuklar, ergenlik dönemindeki gençler, hamileler ve emziren kadınlar ile yaşlılar en çok kalsiyum ihtiyacı olanlardır. Kemik erimesine karşı ve menopoz döneminde kalsiyum alımı ile kombine edilen östrojenle çok iyi savunma oluşturulur. Eğer kalsiyum besinlerden yeteri kadar alınmazsa vücut bu ihtiyacını kemiklerden temin eder. Buda kemikleri zayıflatır.Stres ve hareketsizlik kalsiyumu azaltır. Ayrıca diyet süt ürünlerinde yok denecek kadar azdır.
MAGNEZYUM: Bitki dünyasının demiridir. İnsan vücudundaki magnezyumun % 65’i kemik ve dişlerdedir. Kalan % 35 ‘i kan, doku ve diğer vücut sıvılarında yer alır. Beyin ve kalpteki dokularda daha yoğun bulunur. Kemik ve sindirim sistemindeki adalelerin kasıldıktan sonra gevşemelerini sağlar. Anti-Stres mineralidir.
Kalp damarlarının esnekliğine etki eder. Bu yüzden kalp krizlerini önleyici rolü oldukça fazladır. DNA üretiminde mutlak gereklidir.Hücrelerin enerji üretiminde anahtar rol oynayan ATP molekülünün sitokrom sistemine taşıdığı enerjiyi serbestleştirir.
Magnezyum eksikliği, halsizlik, iştahsızlık, huzursuzluk, göz kararması, uyku bozukluğuna yol açar. Ayrıca adale seğirmeleri ve titremeleri ile dalgınlık, hafıza zayıflığı, tansiyon yükselmesi, böbrek taşı ve doku kireçlenmelerine eğilimi arttırır. Aşırı yorulanlar, diyet yapanlar, kabızlık çekenler, idrar söktürücü, doğum kontrol hapı ve alkol kullananların gereksinimi daha fazladır.
FLOR: Dişleri asit etkisinden korur. Büyümeye etki yapar. Demirin emilini artırır. Kandaki alyuvar hücrelerinin üretimine katkı sağlar. Diş gelişiminde ve diş çürüklerinin önlenmesinde çok etkilidir.Flor, diş mine yapısı içine girer ve sürekli koruma sağlar. Flor eksikliğinde diş çürümeleri artar ve kemikler çabuk kırılır.
FOSFOR: Fosfor insan vücudunda kalsiyumdan sonra en çok bulunan bir elementtir. Vücut ağırlığının % 1 ‘ini oluşturur. Bu miktarın% 85’i kemik ve dişlerdedir. Kemiklerden sonra en çok alyuvarlar denilen kırmızı kan hücrelerinde bulunur. Vücutta enerji olaylarının baş aktörüdür.Yağ ve karbonhidratların yakılmasında etkilidir. Genetik kodu taşıyan DNA ve DNA molekülündeki nükleik asit yapımında büyük rolü vardır.Böbrekler aracılığı ile vücudun asit-baz dengesini korur. Adale ve kalp kasılmalarına karşı etkilidir.
SELENYUM: Kan hücrelerinin ve kromozomların yapısını güçlendirir. Ağır metallerden, zehirli kimyasal ve gazlardan vücudu korur. Sigara,alkol, civa,kadminyum,karbon gazları v.b. zararlıların etkilerini azaltır. Doğal olarak en çok anne sütünde ve inek sütünde bulunmaktadır. Başta prostat kanseri olmak üzere birçok kanserin en büyük düşmanıdır.
Tiroid bezlerinin normal işlemesinde önemli katkısı vardır. E vitamini ile birlikte hücre koruyucusu olarak çalışır. Erken yaşlanmayı engeller. Erkeklerde bulunan selenyumun yarısı üreme organlarında bulunur.
Fosfor ve kalsiyum ile diğer mineraller dengeli olarak vücuda alınmalıdır.
Kalsiyum olmadan fosfor, fosfor olmadan; başta B grubu olmak üzere bütün vitaminler işlevlerini yapamazlar.
Vitamin ve minerallerin nominal işbirliği yaptığı, mükemmel sinerji bileşimi doğal Simbiotik Güç sadece kefirde bulunmaktadır.


KEFİRİN ÖNEMİ
 
İnsanoğlunun biyolojik yapısında ve metabolizmasında süt ürünlerinin yadsınamaz büyük bir rolü vardır. Asırlardır beslenme zincirinde süregelen çok önemli biotik enerji kaynağına bugün daha fazla ihtiyacımız var.
Sentetik, katkılı, yapay içeceklerin sağlığımızı ciddi derecede etkilediği, zihinsel ve fiziksel gelişime hiçbir olumlu etki yapmadığı gibi zararlarının hayli fazla olduğu günümüzde ,sağlıklı ve uzun yaşama mucizevi derecede olumlu etkiler yapan kefir sağlık yönünden toplumsal bir ihtiyaçtır.
Kefir yeni nesillerin doğru ve sağlıklı beslenmesi açısından sosyal bir gereksinimdir.
Anti-Aging (Gençlik bilimi) üzerine araştırma yapanlar aktif ve sağlıklı bir bedende en yüksek biyolojik yaş sınırının 120 olduğunu saptamışlardır. Suni, sentetik besinlerle; bize armağan edilen bedenimizi kendi ellerimizle hızla yaşlandırmaktayız.
Doğalın yerini kesinlikle tutmayan, hiçbir şekilde özdeş olmayan sahte besinler ömrümüzün törpüsüdür. Hastalıklara çıkartılan davetiyedir. Vücudumuza doldurduğumuz zararlı maddeler hızla çoğalmakta ve sağlığımızı kemirmektedir. Mutlu yaşamımız, acı içinde kıvrandığımız azap çektiğimiz bir işkenceye dönüşmektedir.
Kefir; sentetik içeceklere alternatif % 100 doğal enerji içeceğidir.
Kefir; unutturulan ve unutulmaya yüz tutmuş doğal besinler adına bugün hatırlamamız gereken gelenekselliğin bir simgesidir.
Kefir; doğaya dönüşün parolasıdır.


TIP DÜNYASINDA KEFİR VE PROBİOTİKLER
 
1900 ‘lü yılların başında Kafkasyalıların uzun ve sağlıklı yaşamları bilim dünyasının da ilgisini çekmiştir. Rus bilim adamı Elie Metchnikoff’un Kafkaslarda yaptığı araştırmalarda kefir keşfedilmiştir.
Laboratuarlarda yapılan analizlerde probiotik özellikleri ortaya çıkmıştır. Probiotik bakteri ve maya zenginliği itibariyle kefir, sağlık yönünden yararları olan doğal fermente bir süt ürünü olarak literatürlere geçmiştir.Tedavileri destekleyici yönüyle çok önemli bir besin maddesi olarak sürekli önerilmiştir.
Elie Metchnikoff Tıp dünyasında Probiotiklerin kaşifi sayılmış ve bu alandaki çalışmaları ile 1908 yılında Nobel tıp ödülünü kazanmıştır.Bu alandaki çalışmalarını Paris’te Pastör ile paylaşmış , fermente süt ürünlerinin üretiminde yaptığı araştırmalar üreticilere kaynaklık etmiştir.
Kefir; yoğurt gibi Türklerin bulduğu ve bütün dünyada bir Türk buluşu olarak tanınan bir süt ürünüdür. Orijinal adı ile tüm dünya dillerinde yer edinmiştir. Orta Asya’dan ve Kafkaslardan Rusya, İskandinav ülkeleri ile Avrupa ve Amerika’ya yayılmıştır. Probiotik doğal bir süt ürünü olarak fonksiyonel gıdalara kaynaklık eden kefir; günümüzde doğal ürünlere yönelimin öncüsü olmuştur. Her geçen gün daha fazla artan ilgi ile karşılanan kefir bütün dünyada yaygınlaşmaktadır. Hastanelerde ve kliniklerde tedavilerin desteklenmesinde temel besin olarak hastalara verilmektedir.




http://www.altinkilic.com/


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
back to top